Paylaşımın Düşlerle birleştiği nokta !
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Paylaşımın yeni adresi !


Bağlı değilsiniz. Bağlanın ya da kayıt olun

Atatürk'ün son 300 günü

Aşağa gitmek  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

1;) Atatürk'ün son 300 günü Salı Şub. 03, 2009 11:43 pm

Admin

Admin
Administrator
Administrator

Bu kitabın Özeti:

Kitap
Atatürk’ün hastalığının ilk belirtisinin görüldüğü 11 Kasım 1923
tarihiyle başlıyor. Atatürk Cumhuriyeti kuralı onüç gün olmuştu ve
Çankaya’da eşiyle birlikte öğle yemeğindelerken eli birden kalbine
gitmiş ve şiddetli bir sancıyla kıvranmıştı. Yirmi dakika kadar süren
bu sancı Atatürk’e epey sıkıntılı anlar yaşatmıştı. Aynı sancı iki gün
sonra tekrarlamış ve doktorların ilk muayenesinden kalbinin çok
çalışmaktan yorgun düştüğü teşhisi koyulmuştu. Atatürk’ün kalbinin
dinlenmesi için istirahat etmesi ve perhiz gerekiyordu. Sigara
azaltılmalıydı. Fakat yakın çevresi dahil Atatürk’e bunları yaptırmak
kolay değildi. Sonunda Atatürk’e hakim olunamayacağı anlaşılınca İzmir
seyahati önerildi. Atatürk İzmir’de 50 günlük bir istirahat sonunda
Ankara’ya dinlenmiş olarak geri döndü ve hemen işe koyuldu.

Atlatıldı sanılan bu ilk kriz yazara göre Atatürk’ün ölümle ilk randevusu idi. İkinci kriz
5
yıl sonra 22 Mayıs 1927 tarihinde Atatürk’ü gece yatağında yakaladı.
Şikayet gene aynıydı: Sol kolunda ve göğsünde şiddetli bir ağrı vardı.
Teşhis aynıydı: Yorgunluk fakat bu kez hükümet olaya el koydu.
Berlin’den doktor getirtildi. Doktorlar Atatürk’ün çok sigara içmekten
dolayı göğüs anjini geçirmiş olduğuna karar verdi. Tedavisi de aynıydı.
Fakat Atatürk’e bunları yaptırmak hemen hemen imkansızdı. O kendinin
hasta olduğuna inanmıyordu. Gerçekte de teşhis doğru değildi. Çünkü
hasta olan kalbi değil karaciğeriydi. Atatürk bitmek tükenmek bilmeyen
bir enerjiyle ve çok çalışıyordu. Ayrıca sigara içkiyi de çok
kullanıyordu. Dinlenmeye ise hiç zaman ayıramıyordu. Atatürk bir gün
Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’a neden içtiğini şöyle açıklamıştı:

“İçiyorum
çünkü: Bu vücut artık bu kafayı taşımıyor. Kafam vücudumun çok önünde
gidiyor. Beynimi huzura kavuşturmak biraz dinlendirmek için içiyorum.”

Ancak
burada da dinlenmek pek mümkün olmuyordu. Çünkü Atatürk’ün sofrası
sadece yemek yenen içki içilen bir yer değildi. Burası bir “Bilgeler
Meclisi” ya da bir “Danışma Kurulu” ydu. Ülkenin her meselesi orada
gündeme gelir Atatürk orada devlet adamları ve düşünce adamlarıyla
sabahlara dek süren tartışmalar yapardı. Bu çalışmalar sabahın ilk
ışıklarıyla son bulurdu. Atatürk konuklarını uğurladıktan sonra çoğu
zaman yüzünü yıkar tıraş olur ve yeni güne başlardı. Fakat Atatürk
1936’dan itibaren yorulmaya başlamıştı. Çalışma arkadaşları masadaki
devin mavi gözlerinde yanan ışıkların sönmeye yüz tuttuğunu fark
ettiler. Artık öğleden sonra uyanıyor küçük gezintiler yapıyor ve çabuk
yoruluyordu. Çehresi müthiş değişmiş benzi solmuş hatları
keskinleşmişti.

İlk kriz bir Kasım günü gelmişti. İlk ateş de bir Kasım günü geldi. Tıpkı son sancının bir Kasım sabahı geleceği gibi...

21
Kasım 1937 sabahı Atatürk şiddetli bir titremeyle uyandı. Zatürre
kapıdaydı. Ateşi 39’u vurmuştu. Göğsünün sağ tarafında bir ağrı vardı.
Ciğeri kan toplamıştı. Doktorlar bu kez işin çok ciddi olduğunu anlatıp
kesin perhiz istediler. Atatürk izleyen beş günde dinlendi perhize uydu
ve hızla iyileşti ve yeniden hiçbir şey olmamış gibi işe koyuldu.

1938
başında hastalık iyiden iyiye “geliyorum” demeye başladı. Uzun süredir
hissedilen halsizlik ve iştahsızlığa şimdi iki yeni illet eklenmişti:
Burun kanaması ve kaşıntı. Sol bacağının kasık bölgesiyle diz kapağı
arasında müthiş bir kaşıntı başlamıştı.

Atatürk
sözde devamlı doktor kontrolü altındaydı. Ama şikayetlerine karşı
devamlı anlık tedaviler uygulanıyordu. Doktorlar iştahsızlığına iştah
açıcı meze tavsiye ediyor burun kanamalarına da tamponla çare bulmaya
çalışıyorlardı.

Kaşıntının
da sebebi bulunmuştu: Kırmızı karıncalar. Atatürk hemen kaplıca
tedavisi için gerçek teşhisle yüzleşeceği Yalova’daki kaplıcaya
gönderildi.

Atatürk
derdini bir kez de kaplıca müdürü Doktor Belger’e anlattı. İşte gerçek
hüküm anı gelmişti. Dr. Belger karaciğerden kuşkulandı ve büyümeyi fark
etti. Karaciğer kaburga altını 3 parmak kadar aşmış ve sertleşmişti.

Karaciğerdeki büyüme “Siroz başlangıcı”nın işaretiydi ve bu teşhiste en az bir yıl gecikilmişti. Tarih: 22 Ocak 1938.

Şubat
sonlarında Atatürk’ün hastalığının vehameti hükümete iletildi. Başvekil
Celal Bayar Atatürk’ün muayene ve tedavisi için Almanya’dan ve
Fransa’dan doktor getirtmek istediklerini Atatürk’e söyledi. Fakat
Atatürk yabancı doktorları istemedi. Atatürk’e göre ortada Hatay
meselesi vardı ve hastalığının hariçte duyulması hiç de iyi olmazdı.

Nihayet
Türk hekimleri 6 Mart 1938 günü Atatürk’ü muayene ettiler uzun uzun
tedavi üzerine konuştular. Hastalığın sonunda mutlaka “ölüm” olduğunu
hepsi biliyordu. Yapılacak tek şey bu feci akıbeti geciktirmekten
ibaretti.

Bütün
bu bilgiler Atatürk’e iletildi. Atatürk’e içkiyi bırakması gerektiği
bildirildi. Atatürk her ne kadar doktorların hastalığını içkiye
bağlamalarına inanmasa da o günden ölünceye kadar yani 9 ay süreyle
ağzına içki koymadı.

Atatürk’ün
sağlığı üzerine üretilen dedikodular iyice artmıştı. Avrupa
gazetelerinde Ata’nın sağlığına ilişkin karamsar haberler çıkıyordu.
Fransızlar Hatay meselesinin bizzat içinde olduklarından Atatürk’ün
sağlık durumunu merak ediyorlardı. Gazetelerde Atatürk’ün ağır hasta
olduğu yazılıyordu. Anadolu ajansı her ne kadar bunları tekzip etse de
böyle haberlerin tek bir tekzip şekli olurdu: Atatürk’ün ortaya
çıkması.

Bunu
Atatürk’ te biliyordu. Hem milletine söz vermişti. Hatay’ı geri
alacaktı.19 Mayıs onun doğum günüydü. Ankara’daki kutlamalardan sonra
Mersin’e hareket etti. Dünyaya yaşadığını ve gücünü gösterecekti.

İşte
bu tam bir çılgınlıktı. Üç ay boyunca her günün 23 saatini yatarak
geçirmesi gereken bir adam Mayıs sıcağının kavurduğu Mersin’e
gidiyordu. Hatay sorunu böylesine gündemdeyken ülkesinin ona ihtiyacı
varken nasıl yatıp dinlenebilirdi?

Ve
Mersin seyahati bu yüzden O’nun için “son darbe” oldu. Yabancı
basındaki hastalık haberleri kesilmişti. Kısa bir süre sonra Fransız ve
İngilizler Hatay konusunda tüm koşullarımızı kabul ettiklerini
bildirdiler.

Beklenen
sonuç alınmıştı. Ama bu güç gösterisi Atatürk’ün canına mal olacaktı.
Karaciğerinde büyüyen hastalık ikinci ve şifasız devresine girerken
Atatürk 1 Haziran 1938’de Savanorasına sadece 55 gün kullanabileceği
yüzer sarayına kavuşuyordu. Atatürk hala hastalığını ciddiye almıyor ve
çok çalışıyordu.

Sonunda
Savanora’da fazla kalamayacağı anlaşıldı ve 25 Temmuz günü Dolmabahçe
Sarayına taşındı. Hastalığı üçüncü ve son aşamasına böylece girmiş
oluyordu.

Atatürk’ün
karnı iyice şişmişti. Doktorlar bu suyun alınması gerektiğine karar
verdiler. Operasyon başarı ile tamamlanmıştı ve Atatürk’ün karnından
tam 12 litre su çıkartılmıştı.O geceden itibaren doktorlar Atatürk’ün
devamlı istirahat etmesi gerektiğini belirterek ziyaretleri
yasakladılar. Çok zorunlu haller dışında hastanın yanına kimse
alınmayacak fazla konuşturulmayacaktı.Bu tavsiyelere harfiyen uyulması
için de en yakınındaki 5 kişi o geceden itibaren yan odada nöbet
tutmaya başladılar. Bu nöbetler 10 Kasım’a dek aralıksız devam etti.

Ekim’e
girilirken Atatürk derin uykular uyuyor sabahları bitkin uyanıyordu.
Geceleri inlemeye ve sayıklamaya başlamıştı. Atatürk’ün sıhhi durumu
iyice kötüleşmişti. Nihayet ilk ağır koma 16 Ekim Pazar günü geldi.
Durumu bir bildiriyle halka anlatıldı. Ülke ayağa kalkmıştı. Ülkenin
üstüne adeta ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Türkiye nefesini tutmuş
Atası için dua ediyordu. Korkulan olmadı. Atatürk ölümü yenmişti.

Nihayet
29 Ekim gelmişti. Cumhuriyet 15. Yaş gününü kutluyordu. Atatürk ise
Saray’da yatağında “Ah Ankara... Ah Ankara’ya gidemedik” diye
yakınıyordu.

Atatürk 29 Ekim’den 7 Kasım’a kadar ki 10 günü yarı uyur yarı uyanık halde geçirdi. Genellikle kendinde değildi.

7
Kasım sabahı arkaüstü yatarken tükürmeye başladı. Tükürüğünde kan
vardı. Atatürk karnındaki suyun çekilmesini istedi. Doktorlar onun son
buyruğunu yerine getirdiler. Rahatlamıştı.

8
Kasım’a girilirken kendini bilmiyordu. Saat 19.00’da ikinci ağır komaya
girdi. Gece Anadolu Ajansı durumun ciddiyetini bildiriyordu.

Artık
bütün ülke Ata’sının son saatlerini yaşadığını biliyordu. Ama
ağlamaktan ve dua etmekten başka kimsenin elinden bir şey gelmiyordu.

9 Kasım Çarşamba sabahı Atatürk’te adale kasılmalarıyla istem dışı hareketler ve inlemeler görüldü.

Akşama
doğru Atatürk yeni bir komaya girmişti. Nefes borusundan hırıltılar
işitilmeye başlandı. Baş ucundaki doktorlar müşahade defterine “Agani”
diye not düştüler.

Agani:
Can çekişme demekti. Resmi Tebliği: 9 Kasım – Saat 24.00 saat 20.00’den
itibaren dalgınlık artmıştır. Umumi ahval vahamete doğru
seyretmektedir.10 Kasım sabahı Ulu Önderin boğazındaki hırıltılar
azalmıştı. Saat 09.00 olduğunda göğsü hızla inip çıkmaya başladı.
Dünyadaki son 5 dakikasına gözleri kapalı giriyordu.

http://www.rockturk.eniyiforum.org

Sayfa başına dön  Mesaj [1 sayfadaki 1 sayfası]

Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz